Oturuyorum/I sit
--
Oturuyorum; masada, koltukta, yatağın kenarında, tuvalette, yerde… yerde pek oturmuyorum. Bizden önceki kiracıların çivilediği, üzerine boyacıların boya ile mühürlediği, asla açıp temizleme şansım olmayan yuvarlak pencerenin önünde kırmızı tekli IKEA koltuğunda oturuyorum. Yazıyorum. Çok konuşmuyorum artık. Kelimelerim ülke değiştirdi, bazılarını, çoğunu, belki hepsini başka ülkelerde bıraktım. Kökleri düşünüyorum sessizliğimde, parkta köpeklerle yürürken, bilmediğim sokakları dolanırken, ocağın sıcağında yemek yaparken. Sonra yatıyorum. Sadece yatakta yatıyorum. Salondaki koltukta hiç yatmadım bu evde. Uyanıyorum ve hâlâ sık sık nerede olduğumu bilmiyorum, sonra hatırlıyorum bu evi, başka evleri…o evlerde uyanan başka benleri.
Bir sabah uyandığımda kelimeler doluşuyor zihnime; konuşamadığım tüm kelimeler, dokunuyorum, tutmaya çalışıyorum. Uzunlar, kayıyorlar. Asabi, kızgın, neredeyse gerçek kelimeler. Her bir yöne koşan, birbirine çarpan, doğmak isteyip doğamayan bebekler, topuklu ayakkabı giyen kadınlar gibi, ürkütücü uzun sümüksü kelimeler doluşuyor zihnime. Yatakta, tavana bakıp korkuyorum. Çok korkuyorum. Doluşan tüm kelimelerin çıkmasından, burnumdan, ağızımdan, gözlerimden fışkırıp hayatıma akmalarından, hiç durmadan akmalarından, yanımda sakin bir uykuya kendini bırakmış kocamı boğmalarından çok korkuyorum. En çok o kuyunun sessiz derinliğinden korkuyorum. Bir anı gibi… tanıdık bir yer gibi…Old Town Alexandria, belki Washington D.C…belki çok öncesi, belki de çok sonra. Uyu diyorum. Kapat gözlerini uyu. Bekle gitsinler. Terapistin ofisi, bir rüya. Evin dışında diri diri gömülen beyaz yüzlü bir kadın. Hatırlıyorum. Bırak diyorum. Uyu. Kalkıp köpeklere yemek veriyorum.
I sit; at the table, in the chair, on the edge of my bed, on the toilet, on the floor…I don’t sit on the floor so much. I sit in the red IKEA chair in front of the small round window that I can’t clean because the painters painted over the frame which the previous renters had nailed down sealing it shut. I write. I don’t speak so much anymore. My words are foreign, lost in transit, some of them, most of them, maybe all of them I left behind in other countries. On silent walks with the dogs, wandering through streets I’ve never seen before, cooking in the heat of the stove, I think of roots. Then I go to bed. I only sleep in the bed. I have never fallen asleep on the couch in this house. I wake up…